Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz?
Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz?
Seni ararken kendimi kaybetmekten yoruldum.
Bulduğumu zannettiğimde
kendimden ayrı düştüm.
Öyle bir aldanışım vardı işte ufak. Sevimli. İvedileşmiş aşk kırıntılarının kapatamadığı yürek boşluklarım dolmuyordu, tipik havuz problemi. hangi musluk gözlerim olmuştu bilmiyordum ama gidiyordum...
"Bu garip bir veda olacak
çünkü aslında hep içimdesin.
Ne kadar uzağa gitsem de
gittiğim her yerde benimlesin."
Bu gidiş uzaklaşma olmayacak biliyorum, nereye gitsem kendimi kovalayacağım. Bu iç aynaların sinek pisliğiyle teması olmuyor bilirsin.
Suçuma dair bir kaç günah kefilim. Sevaplarım senle kalsın, öyle güzelsin..
"Söylenecek söz yok.
Gidiyorum ben.
Hoş çakal, hoş çakal"
Hoşça kal demek de yetmiyor, hala söyleyecek bir şeyler arıyor, olmadı karalıyorum en ücra yerlerini bir harita metot defterinin. Kara kalem çalışmalarındaki suretler hep seni andırıyor, yüz hatlarında hep hüzün..
"Ben bir kısrak gibi gelmişim dünyaya,
şahlanıp koşmak içimde var.
Hoş çakal."
Söylenecek sözleri de tüketebilirmişim meğer.
Seviyorum seni ama hoşça kal..!
Sana, göz yaşlarımı bırakıyorum. En derin yerinden kalbimin, en derin yerine kalbinin, sevgimi bırakıyorum! Öyle çok seviyorum ki seni, işte o yüzden gidiyorum!