Ne çok kırdık birbirimizi. Ne çok anlamadık, tanımaya bile çalışmadık. Köklerimiz ve ruhumuz aslında farksızken birbirinden, neydi paylaşamadığımız?
Bunda gürültü patırtıda kaybettik şartsız tebessümü. Selamın özünü kavrayamadık.
Anlatamadık birbirimize yüreğimizin dilini.
Kendi kabuğumuza çekildik, vesveselerin sönük aydınlığında yorduk sevdalarımızı.
Acı çektik biteviye, hem de boş yere.
Kusurlarımızı unutmak için gıybet ateşlerine daldık.
Uçlara talip olduk, hırslarımıza yenik düştük, dahasını istedik. Doyumsuzluklarda doyacağımızı, seraplarla kanacağımızı sandık.
Sloganlaştırdık sevdalarımızı bile. Her birimiz farklı dünyalardayken aynı kalıplara sıkıştırdık duygularımızı.
“On santimetrelik komşu duvarlara” sığdırdık dağlar kadar mesafeyi. Aynı çatının altında yabancılaştık yüzlerimize.
Çocuklara hikayelerini vermedik. Bırakıverdik parıltılı ve acımasız çizgi filmlerin kollarına. Öldürmenin kolaylığını ve “ben” merkezli ferdiliyetçiliği aşıladık.
Hormonlarla çoğalttık sebzeyi ve meyveyi. Çok renkli kof, bereketsiz mahsullerle doldurduk sofralarımızı. Tek başına oturulan ziyafetlerden neden aç kalktığımızı anlayamadık.
Yorulduk tatillerde, hüzünlendik bayramlarda, garipleştik yaşlılıkta, yalnızlaştık kalabalıklarda.
Birkaç yüz kelimeyle konuştuk nasıl anlatabildiysek. Bari becerebilseydik susmayı.
Mücadeleye verdiğimiz enerjiyi, tanışmaya sarf etmedik. Keşfedeceğimiz değerler bizi çokça şaşırtabilirdi oysa. Biraz cesur olabilseydik, - en azından birbirimizin gözleri içine bakacak kadar – abartılı korkularımızın yersizliğini de görebilirdik.
Şafakta gün doğumlarını izlemedik. Bereketi taşıyan taze sabahların sırrını kaybettik uykunun esaretli kollarında.
Dikkatimizi çekmedi boyayla kapatmaya çalıştığımız beyaz tellerden çok siyah saçların varlığı.
Havai fişeklere sevindiğimi kadar şaşırmadık yıldızların kaymasına. Tepemize inecekken yüzlerce kaya, neden yanıp da kül oluverdiklerini düşünmedik.
Sevmenin ve sevilmenin gölgesini tadabilmek için bir ömür vermeyi göze alabildik, ama fark edemedik şah damarımızdan daha yakında duran gerçek aşkı.
Kaçan onca fırsat, giden onca gün. Bari kendimize olsun itiraf edebilseydik. Biraz olsun bulaşmadık mı en azından birkaçına? Biraz olsun saflığımızı yitirmedik mi? Böyle mi olmalıydık bizler; kilimlerde bile ilmek ilmek sevgi dokuyan erenlerin torunları. Sabır ve duanın ümitleri suladığı iklimin insanları. Gülistanlarına yetmişiki milleti çağıran evliyaların mirasçıları.
Gün görmüş koca bir ömrün dile gelip dediği gibi,
Sahi, “biraz olsun yaşarken ölmedik mi?”